COSMOPOLİTAN (2013)
"SEVGİLİSİNİN STİLİNE BÜRÜNEN BUKALEMUN KADINLAR RÖPORTAJI"
COSMOPOLITAN : Kadınlar, hayatlarına bir erkek girdiği zaman neden hayat
tarzını olduğu gibi değiştirme yolunu seçer? Bunu onlara iten sebepler nedir?
JÜLİDE ÖZTÜRK : İnsanın yaşamdaki en ilkel ve en temel ihtiyaçlarından biri
güvende olma isteğidir. Kendimizi güvende hissetmek için de sevilmek
ve onaylanmak isteriz. Hepimiz yaşamımız boyunca bu temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için genellikle farkında olmadan bilinçaltı düzeyde birçok negatif strateji uygulayabiliyoruz.
Örneğin bazı kadınlar hayatlarına bir erkek girdiği zaman sevildiğini,
ilgilenildiğini ve onaylandığını hissedebilmek için giyim,saç,makyaj tarzından tutun da yaşam tarzında, sosyal hayatında hatta işinde bile kendi istediği doğrultuda değil de birlikte olduğu erkeğin istekleri doğrultusunda seçimler yapabiliyor.Özetle,kendi gibi değil de, kendisinden beklendiği şekilde davranmaya ve yaşamaya başlıyor. Bu negatif stratejiler kısa vadede işe yarar gibi görünse de,kişiyi kendi öz benliğinden uzaklaştırdığı, yani kişi kendi olmaktan çıktığı için uzun vadede maalesef ilişkilerde mutsuzluklar, kırılmalar ve ayrılıklar söz konusu olabiliyor.
İroni şudur ki, aslında kadınlar biriyle birlikteyken doğal ve kendileri gibi
olduklarında erkekler tarafından daha güçlü, sıcak ve samimi bulunuyorlar.
Üstelik ilişkilerin bu şekilde daha sağlam ve sağlıklı olduğunu kesinlikle
söyleyebilirim. Eğer bir erkek bir kadını kendi istekleri doğrultusunda
değiştirmeye çalışıyorsa zaten onu olduğu haliyle beğenmiyordur,
dolayısıyla sizi olduğunuz halinizle kabul etmeyen ve sürekli sizi
değiştirmeye çalışan bir erkekle uzun vadeli sağlıklı ilişki beklemeniz
hayal kırıklıkları yaratabilir.
COSMOPOLITAN : Onların her dediğine boyun eğmeden yine de mutlu bir ilişki yaşamak mümkün değil midir? Aradaki denge nasıl sağlanır?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Kesinlikle bu mümkün diyebilirim. Bu konuya bir danışanımın hikayesiyle örnek verebilirim. Danışanım bana geldiğinde erkek arkadaşıyla (şimdiki eşiyle) flört ettiği zamanlarda mini etek ve dekolte kıyafetler giyindiğini,düzgün fizikli ve gösterişli bir kadın olduğunu, üstelik aktif bir sosyal yaşamı varken evlendikten sonra kocasının,kendisiyle flört ederken giydiği tüm kıyafetleri yasakladığını ve bunun için kendisi üzerinde baskı kurmaya başladığını söyledi. Eşi bununla da kalmayıp danışanımın fiziğinin çok düzgün olmasından, dolayısıyla dikkat çekmesinden duyduğu rahatsızlıktan ötürü danışanıma,kilolu kadınlardan hoşlandığını söylemeye başlamış. Bazı arkadaşlarıyla da görüşmesini yasaklamış. Tabi danışanım da evliliklerini devam ettirebilmek uğruna eşinin her türlü dayatmasına boyun eğmiş.
Bununla da kalmayıp bilinçaltı düzeyde, sırf eşinin kendisini kilolu olursa daha çok beğeneceğini düşünerek farkında olmadan tam 12 kilo almış! Tabi tahmin ettiğiniz gibi taviz verdikçe de diğer tavizlerin arkası kesilmemiş.
Tüm bu tavizlere boyun eğmesine rağmen, danışanım bize geldiğinde boşanma aşamasındaydı. ”Eşimin her dediğini yaptım ve yapmaya devam ediyorum. Ama bir türlü ona yaranamadığım gibi mutlu da olamıyorum. Üstelik eşim benden boşanmak istiyor. Ben nerede hata yapıyorum?” demişti.
Kendisiyle yaptığımız farkındalık seanslarında, kendisinin olduğu haliyle sevilmeyeceğine dair bilinçaltındaki inanç ve kalıpları değiştirip, dönüştürdükten kısa bir süre sonra danışanım hiçbir rejim uygulamadan eski kilosuna kavuştu,görüşemediği arkadaşlarıyla tekrar görüşmeye başladı, üstelik flört döneminde giydiği kıyafetleri giyinmeye başladı. Zira, bilinçaltınızda yatan negatif stratejileri değiştirdiğinizde eylemleriniz de kendiliğinden değişmeye başlıyor. Tüm bu süreçten sonra danışanımın eşi boşanmaktan vazgeçtiği gibi şu an evliliklerine mutlu bir şekilde devam ediyorlar.
Özetle, buradaki sihirli kilit şu ki : ”Kendimiz gibi olursak,davranırsak ve yaşarsak seviliriz ve onaylanırız. Zaten koşulsuz sevgi dediğimiz şey tam da budur. Koşulsuz sevmek ve sevilmek istiyorsak zihnimizin yarattığı koşulları yine zihnimiz yoluyla ortadan kaldırmalıyız.Zira koşulun olduğu yerde koşulsuzluk asla barınamaz.
PERFECT WEDDING “KUANTUM VE EVLİLİK STRESİ” SÖYLEŞİ (2012)
SORU : Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Marmara Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi mezunuyum. Uzun yıllar kurumsal şirketlerde İnsan Kaynakları Direktörlüğü ve Genel Koordinatörlük yaptım. Fakat bir gün hayalimin ve olmak istediğim yerin bu olmadığını farkettim. Hedef ve hayallerimin peşinden giderek kişisel gelişim yolculuğuma ve eğitimlerime başladım. 2009 dan itibaren Yaşam Koçluğu
yapıyorum.Merkez ofisimiz İstanbul’da ancak birçok şehirden ve Yurtdışından danışanlarımızla bireysel seanslar yaparak ve eğitimler vererek çalışmalarımı sürdürüyorum.Çok mutluyum, çünkü çok doğru bir işte olduğumu hissediyorum.
SORU : Kuantum Düşünce tekniği nedir? Hayatımızı bilinçaltı yönetiyor derken ne demek istiyorsunuz?
JÜLİDE ÖZTÜRK: Düşünceleriniz ne ise hayatınız da odur. Başka bir anlatımla; içte ne varsa, dış dünyamız buna uygun şekillenir. Bunu açıklamamız için de bilinçaltının ne anlama geldiğini açıklamamız gerekiyor. Bilinçaltı, hayatımızın yüzde 80’ini, bilinç kısmı ise yüzde 20’sini yönetiyor. Bilinç düzeyinde hep çok para kazanmak,iyi bir evlilik yapmak,iyi bir kariyer sahibi olmak,bolluk, bereket içinde, sağlıklı, mutlu olmak istiyorsunuz ama bilinçaltınız böyle çalışmıyorsa, yani çok para kazanmak istiyorum deyip de, bilinçaltımızda “bu kadar çok para kazanırsam ben bu parayı idare edemem” ya da “çok param olup sağlıksız olacağıma param olmasın” dersek çok para kazanamayız. Neden? Çünkü yukarıda gaza basmak isteyen bir mekanizma, aşağıda ise frene basan bir mekanizma var. Bilinçaltı her zaman kazanır.
İlişkilerle ilgili örnek verecek olursam; ikili ilişkilerde yaşanan en büyük sorun güvensizlik. Bu kişilerin bilinçaltına bir bakıyorsunuz, ebeveynler çocuklarını şu cümlelerle büyütmüş: “Evladım; insanlara güvenme, insanlar seni kandırırlar, aldatırlar.” Bir bakıyorsunuz o birey karşısındaki insana güvenmiyor ve hep kendisini aldatan insanları seçiyor, çünkü bilinçaltındaki bilgi bu. Bu nedenle,bu bireylerin dış dünyada sağlıklı ve mutlu ilişkiler kurması mümkün değil.
“HAYATINIZDAKİ SIKINTILARA ODAKLANMAK YERİNE, BUNLARI NASIL AŞABİLECEĞİMİZE ODAKLANMALIYIZ. ”
SORU : İnsanoğlu teknolojinin esiri olmuş. Cep telefonlarımız susmuyor. Evden çıkarken eşiniz sizden ya bir şeyler almanızı istiyor ya da faturaları veriyor, borçları nasıl ödeyeceğimizi düşünüyoruz. Diğer yandan gün içerisinde trafik stresini yaşıyorsunuz, işyerinizde patronunuzla ya da müşterinizle çatışıyorsunuz. Böyle bir durumda nasıl huzur bulacağız?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Bizler beden, zihin ve ruhtan oluşan varlıklarız. Her şeyden önce sevdiğimiz işi yapmalıyız. Sevdiği mesleği yapan insan hayatı boyunca çalışmamış sayılır, çünkü o işini severek yaptığı için bir hobi olarak görür ve keyifle çalışır. Ayrıca, hayallerimiz olmalı.Hayalleri olmayan bir insan, işe yaramadığını düşünür ve mutsuz olur. Depresyonun nedenlerinden birisi de budur. Yeteneklerimizi ve yaratıcılığımızı aktive etmeliyiz. Sevdiğimiz ne varsa, bütün bunları yapmak için kendimize fırsatlar yaratmalıyız, kendimize iyi bakmalıyız. Pozitif düşünmeliyiz. Hayatımızdaki sıkıntılara odaklanmak yerine, bunları nasıl aşabileceğimize odaklanmalıyız.
“KENDİ KIYMETİMİZİ BİLMEZSEK, KİMSE KIYMETİMİZİ BİLEMEZ”
SORU : Önemli ve değerli olmak nasıl mümkün olacak? Çok dürüstüm, iyi bir şeyler yapmak istiyorum, var olmak, değerli olmak istiyorum, ama bir kişi diğerinden daha çok saygı görüyor bunu nasıl irdelerseniz?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Değerli olmak derken, ‘başkalarına göre değerli olmak’ kavramıyla ben ilgilenmiyorum. Önce kendi değerimizi bilmemiz gerekiyor. Kendi değerimizi nasıl biliriz? Öncelikle bedenimize, ruhumuza ve zihnimize iyi bakarak kendi kıymetimizi bilebiliriz. Örnek verecek olursak; ben güzel bir yemek yaptığım zaman kendi elimi öperim, ellerime sağlık derim ya da alışverişe çıkarım kendime aldığım şeyleri hediye paketleri yaptırırım. Güzel bir iş başardığım zaman da kendimi tebrik ederim. Kendimizi onaylayıp takdir etmemiz gerekiyor. Kendi kıymetimizi bilmedikçe, kimsenin bizim kıymetimizi bilemeyeceğini düşünüyorum. Her şey insanın içinde başlar, içimizde ne varsa, dışarıda da o vardır.
SORU :Yapılan bütün araştırmalarda, Türk insanının yüzde 70’inin mutsuz olduğu ifade ediliyor. Bu yaşam kalitesini yakalayamamamızdan mı kaynaklanıyor? Baktığımız zaman herkesin arabası var, bazı ailenin iki arabası var, bazı aileler ise açlık sınırında, evine ekmek bile götüremiyor. Sosyal bir adaletsizlik var. Türk insanının mutsuzluğunu buna bağlayabilir miyiz?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Ben hayata ‘para eşittir mutluluk’ olarak bakmıyorum. Her meslek grubundan, ünlüler de dâhil olmak üzere binlerce insanla çalışmış biri olarak, çok zengin ya da ünlü olan insanların da depresyona girdiklerini ve hayatın anlamını aradıklarını söyleyebilirim. Hepsini genellemiyorum ama birçoğu öyle. Boşanmaların daha çok ekonomik geliri yüksek olan insanlarda olduğuna dair araştırmalar var. Ayrıca ‘düşük gelir grubunun’ kıtlık bilincinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bilinçaltımızda para, bolluk ve bereketle ilgili negatif inançlarımız varsa bolluk ve refah içinde bir hayat yaşamayı bekleyemeyiz. Bu konuda değişime açık olmak çok önemli. Gerçekten değişmek istiyorsanız, herhangi bir konudaki negatif stratejilerinizi değiştirdiğiniz zaman, bolluk bilincinizi de geliştirirseniz, parayı da, sağlığı da, aşkı da, huzuru da kendinize çekersiniz. Bu nedenle para=güç=mutluluk şeklinde bir denklem yerine, “Ben kendimi gerçekleştirmek için ne yapıyorum? Ben hayatta neden varım ve hayattan beklentilerim neler? Hedeflerim neler? Ne olmak istiyorum ve ne için buradayım?” Bu soruların cevabını bulduğumuz ve hayata geçirdiğimiz zaman keyifli bir yaşam sürebiliriz.
SORU : Mersin çok kozmopolit bir kent ve çok farklı olaylarla karşılıyoruz. Geçen gün bir genç önce sevgilisini, sonra kendisini öldürdü. Biz ataerkil, feodal bir yapıdan geldik. Bunlardan dolayı mı biz sevdiğimizi öldürmek istiyoruz? Beni etkileyen bir başka olay, doktor bir ailenin 17 yaşlarındaki bir çocuğu alkol, üstüne enerji içeceği ve uyuşturucu alıyor. Ailemizin bize verdiği güzel yaşantıyı bir genç olarak, hemen darmadağın edip kendimize zarar veriyoruz. Bu dengeyi bilinçaltımız nasıl yönlendirmeli?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Aslında en başa dönüyoruz. Bunların hepsinin kendimizi gerçekleştirememekten kaynaklandığını düşünüyorum. Ama hayattan beklentimiz ne, neyi seviyoruz? Çok paranın içinde de çok mutsuz olabiliriz,cebimizdeki 10 TL ile de çok mutlu olabiliriz. Yaşamı ne kadar seviyoruz? Sevgi kavramını ne kadar biliyoruz? Genellikle bu maddelere bağımlı olan insanlar, anne-baba sevgisinden, şefkatinden mahrumolan insanlardır. Sevgi kavramını bilmiyorlar. Bu maddeleri kullanarak mutluluğu ve huzuru geçici olarak bulmaya çalışıyorlar. Bütün bu yaşananların sebebi, ataerkil yapımızdan ziyade, mutluluğu ana kaynağından, yani anne-babadan alamamaktır.
“DÜNYADA OLMASINI İSTEDİĞİNİZ DEĞİŞİMLERİN PARÇASI OLUN”
SORU: Gazeteci-Yazar Çetin Altan, Türk toplumunun yüzde 80’inin mesleksiz bir toplum olduğunu söyler. Birçok sorunu ben buna bağlıyorum. Türk toplumu meslekli bir toplum olsaydı, her şey çok daha dinamik ve sevginin olabildiği bir toplum yapılanması mümkün olur muydu?
JÜLİDE ÖZTÜRK: Birçoğumuz sevdiğimiz mesleği yapmıyoruz. Bunu biraz da ülkemizdeki eğitim sistemine bağlıyorum. Amerika’da, Avrupa’da çocuklar küçük yaşta yeteneklerine göre mesleklere yönlendiriliyor. Bizde ‘altın bir bileziğin olsun’ sözü meşhurdur. Birçok aile çocuklarını doktor, avukat,mühendis gibi mesleklere yönlendirmeye çalışıp,sevdikleri işi yapmalarına izin vermez. Yıllar önce bir gençle çalıştım. Uçak mühendisliği okumuş olan danışanım bana şunu sordu;“Bir kuruş para kazanamayacak olsam dahi benim hayalim tiyatroda oynamak. Aileme de karşı gelemiyorum, ne yapabilirim?” Bir yanda ailesinin sevgisini ve onayını kaybetmeme korkusu, diğer
yanda hayali ve hedefi vardı. Yaptığımız seanslar sonrasında danışanım kariyerini bırakarak tiyatroya başladı ve iyi bir oyuncu oldu, çok ta paralar kazandı.
Hayal ve hedeflerimizin peşinden gittiğimiz zaman mutlu oluruz. Bütün kırmızı halılar önünüze açılır. Tabiî ki bu, kişinin kendisine bağlı çünkü özgür irade değişmek istemedikçe, hiçbir şey yapamayız. Her neyi seçiyorsak, seçimlerimizin sonuçlarına da biz yaşıyoruz. Hedeflerimizden ve hayallerinizden vazgeçtiğimiz an kaybettiğimiz andır.
SORU : Dünyamızı, doğamızı, denizimizi kirletiyoruz. Biz de kirleniyoruz. Biz 2050 yılında nasıl bir dünyada yaşayacağımızı bile bile dünyayı kirletmeye devam ediyoruz. Son model arabamız var ama çekirdek kabuğunu yere atıyoruz. O zaman biz kendi kendimize eziyet eden mazoşist bir yapımız mı var?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Aynen öyle olduğunu düşünüyorum ve Gandhi’nin bir sözünü sizinle paylaşmak istiyorum.“Dünyada görmek istediğin değişimin parçası ol.” Dünyada barışın olması istiyorsak, önce kendimizle ve etrafımızdaki insanlarla barışık olmamız gerekiyor. “Allah’ım kimseyi aç bırakma” diye dua ediyorsak, bunun yanında ihtiyacı olan birisine de yardım etmeliyiz. Ya da yere çöp atana kızıyorsak, önce kendimiz çöp atmamalı ve hatta yerde bir çöp gördüğümüzde onu alıp çöpe atmalıyız.
SORU : Boşanmaların son zamanda artışını neye bağlıyorsunuz?
JÜLİDE ÖZTÜRK: En sık rastladığım ayrılma ve boşanma sebebi, insanların hayatlarına birisi girdiği zaman kendi varlıklarından vazgeçmeleri.Örneğin;evlendik ve kendimizi tamamen eşimize adayıp daha önce yaptığımız sporu, kişisel bakımımızı, gezmeyi, eğlenmeyi,hobilerimizi tümüyle ya da çoğunlukla bıraktığımız zaman, ikili ilişkilerimizde bireysel alanlarımızı yok etmiş oluyoruz. Yani kendi varlığımızı birlikte olmak uğruna yok ediyoruz.Matematikte kümeleri hepimiz biliriz. Ayrık kümeler vardır. Birini kadın, diğerini erkek olarak düşünün. Ortak payda yok, bu çok kopmaya müsait bir ilişkidir. Başka bir küme şekli kapsayan kümelerdir. Herkes birbirinin hayatına müdahale ve baskıda bulunur. Her iki hayat ta iç içedir. Sürekli olarak çiftler birbirlerine kısıtlamalar, yasaklar, engeller, kurallar, dayatmalar koyarlar. Bu ilişki çıkmaza doğru giden bir ilişkidir. Kesişen küme örneğinde olduğu gibi, herkesin kendine ait bireysel yaşam alanları olmalı. Bununla birlikte ortak paylaşılan alanlar da olmalı. İdeal olan ilişki şekli de budur. Ayrıca, çocuğumuzla ya da eşimizle çok vakit geçirmek önemli değil, önemli olan onlarla kaliteli vakit geçirmektir.
“DÜŞÜNCELERİNİZİ DEĞİŞTİRDİĞİNİZ ZAMAN DÜNYANIZ DA DEĞİŞİR”
SORU : Neden çabuk öfkelenen bir toplumuz?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Çünkü duygularımızı ve düşüncelerimizi olması gerektiği zamanda aktaramıyoruz. Örneğin ben size kızdım. Eğer bu duyguyu içimde biriktirip bastırırsam ve size ifade etmezsem öfke oluşur ve bu birikim nefret haline dahi dönüşebilir. Bu nedenle duygu ve düşüncelerimizi ertelenmeden ifade etmeliyiz.
SORU : Bizler de gazeteci olarak haberleri izlemek zorundayız ve bizim de bilinçaltımız zaman zaman olumsuz etkileniyor. Mutsuzluğa doğru adım atıyoruz diye düşünüyorum. Bu anlamda bizlere ne önerirsiniz? Güzel düşünmek için ne yapmak gerekiyor?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Acılardan beslenen bir toplumuz. Örneğin, kadın günlerinde herkes sorunlarından, hastalıklarından bahseder, adeta acılarını yarıştırır. Mutlu olmaya alışkın bir toplum değiliz. Bu bilinçle yaşıyoruz. Bu nedenle güzel düşünmek için önce zihnimizdeki kötü düşüncelerden arınmamız gerekiyor.Bunu önce bireysel çalışmalarla gerçekleştirebiliyoruz, sonrasında ise birey bunu kendisi uygulayabiliyor. Bilinçaltı yapılandıktan sonra adeta pozitif konuşmayı, pozitif düşünmeyi, her anlamda kaliteli ve mutlu bir hayat yaşamayı öğreniyoruz.
SORU : 45 milyon insan eline gazete bile almıyor. Dünyada en çok televizyon izleyen ikinci ülkeyiz. İnsanların yeterince bu bilinçte olmadığını düşünüyorum. Siz ne dersiniz? Ayrıca gazetelerin 3. sayfasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Gazetelerdeki 3.sayfa haberlerini okumuyorum çünkü zihnimi, düşüncelerimi, enerjimi negatif anlamda etkileyecek hiçbir şeyi yaşamımda barındırmıyorum. Ancak bilinçlenme konusunda şunu söyleyebilirim; hepimizin aynı anda, aynı bilinçte olmamız mümkün değil elbette. Bu tıpkı şuna benzer; ben üniversiteden mezun oldum diye herkesin aynı anda üniversiteden mezun olmasını beklememeliyim.
SORU : Türk insanı öğrenilmiş çaresizliği çok kullanıyor, neden?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Düşünceniz ne ise hayatınız odur. Eğer aracınızın tekerinin patlak yerini onarmadığınızda aracınız nasıl sürekli sarsılıyorsa, negatif düşüncelerinizi temizlemedikçe hep aynı negatif kısırdöngüleri yaşarsınız. Düşüncelerinizi değiştirdiğiniz zaman dünyanız değişir. Hayat, kendinizi gerçekleştirmek için bir vasıtadır. Hayata neden geldik, ne için varız? sorusunu ben şöyle cevaplarım: “ Biz bu dünyaya kendimizi gerçekleştirmeye geldik. Kendimizi gerçekleştirmek bana göre, sevdiğimiz, mutlu olduğumuz, istediğimiz şeyleri yapmak, istemediklerimizi ise yapmamaktır.”
SORU : ‘CEP TELEFONUNU KAPAT, STRESİ AZALT’ KAMPANYASI BÜYÜYOR.Cep telefonunun önemli bir stres kaynağı olduğunu düşünüyorum. Ben bir gazeteci olarak Pazar günleri cep telefonumuzu kapatalım’ kampanyasını başlattım. Gazeteciler, doktorlar, siyasetçiler pazar günleri cep telefonlarını kapatsınlar, streslerinin bir nebze de olsa azaldığını görecekler. Bu kampanyamıza siz de katılmaz ister misiniz?
JÜLİDE ÖZTÜRK : Çok güzel bir kampanya tebrik ediyorum. Teknoloji elbette güzel bir şey ama hayatımızı yavaş yavaş felç etmeye ve kaosa doğru sürüklemeye başladığını düşünüyorum. Bazı grup çalışmalarımda danışanlarımın günde bir kaç saat telefon, internet, radyo, televizyon kullanmalarını yasaklıyorum.Bu kampanyanıza ben de katılıyorum.